Gebze

TARİH

Gebze’nin de içinde bulunduğu, eski Yunanlılar’ın ve Romalılar’ın Bitinya (Bithynie) dedikleri coğrafi bölgenin bilinen en eski tarihi, M.Ö. XII yüzyıla kadar dayanır. Bölge, özellikle Kocaeli Yarımadası, coğrafi konumunun öneminden dolayı, tarihin hemen hemen bütün dönemlerinde, birçok ulusa yurt olmuştur. Asya ile Avrupa kıtaları arasındaki en önemli geçit yeri olan Kocaeli Yarımadası ya bir çok ulusun yurdu, ya da gelip geçtikleri, medeniyetlerinden izler bıraktığı bir yer olmuştur.
Bilinen ilk ulus göçü de M.Ö. XII. yüzyılın başlarındadır. Bu ulus Yunan kökenli Frikler’dir. Boğaz (Bosforos) yoluyla Anadolu’ya inmişlerdir. XII yüzyıla kadar Trakya’dan İzmit dolaylarına göçler devam etmiştir. Fakat bu dönemde eski Gebze’nin yerine dair hiçbir bilgi edinilememiştir. Kısaca antik çağ Gebze’sinin yeri kesinlikle bilinememektedir.
Bugün Gebze’nin olduğu yerde, M.Ö. 281-246 yıllarında Kral 1. Nicomede’nin egemenliğindeki Bitinya Krallığı döneminde Dakibyza ve Libyssa adında yerleşmeler vardır. Eski Gebze’nin yerine dair söylenenler, işte bu tarihlere aittir. Daha eski tarihlere ait bilgiler ise çelişkilidir.
Bu yerleşim alanlarının araştırmalara konu olmasının en önemli nedeni ise, ünlü Kartacalı komutan Hannibal’ın krallık döneminde burada yerleşmiş olmasıdır.
Hannibal Zama harbindeki yenilgisinden sonra ülkesinde itibar görmemiş ve Bitinya Krallığı’na iltica etmek zorunda kalmıştır. Bitinya Kralları I. ve II. Prusias’ın savaş danışmanlıklarını yapmıştır. II. Prusias’ın ihaneti sonucu düşmanın eline düşmemek için intihar etmiş ve Lybissa’ya gömülmüştür.
İşte birçok tarihçinin ve araştırmacının eski Gebze olduğu iddia edilen bu yeri araştırmasının en büyük nedeni budur. Hannibal’ın burayı seçmesinin birçok nedeni vardır. Devamlı izlenme kuşkusu, Nicomedia başkent olduğu için gelenin gidenin çok olması ve tanınma ihtimalinin fazla olması, yönetime güvenmemesi bu nedenlerin başlıcalarıdır.
Roma kuvvetlerinden gizlenen Hannibal, korunaklı, kaçışı kolay ve denizle ilişkili bir yer aramıştır. Sonunda bu özelliklere sahip Libyssa’yı seçmiştir.
O dönemde Libyssa’nın kurulduğu yer, hem denize hem de karaya hakim bir tepe üzerindedir. Tepe, körfezin en dar yeridir.
1330 yılında Osmanlılarla Bizans arasında yapılan savaştan sonra Gebze’nin de içinde bulunduğu bölge, Osmanlı idaresine dahil edilmiştir.
Bugünkü Gebze’nin kurucusu Orhan Gazi’dir. Gebze’de kendi adına cami de yaptıran Orhan Gazi, bölgede izler bırakan ilk Türk büyüğüdür. Orhan Gazi, bölgenin imarı ve yaşaması için büyük çabalar göstermiştir. Bu amaçla işletmeler kurmuş, vakıfları desteklemiştir
Osmanlıların devlet olma çabaları sırasında, Gebze yine ordugah yerleşimi olarak kullanılmıştır. Osmanlı Beyliğinin kurulmasında büyük emekleri geçen Akçakoca Bey’in oğlu olan İlyas Çelebi de hem Gebze’nin fethinde hem de kuruluşunda büyük rol oynamıştır.
Gebze Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarına kadar kimi zaman İstanbul’a, daha çok da Kocaeli’ye bağlı bir kaza olarak, önemli bir yer niteliğini uzun yıllar korumuştur. 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğunun yenik düşmesi üzerine Anadolu ve Trakya’nın birçok yöresi gibi Gebze’de düşman kuvvetleri tarafından işgal edilmiştir.
1920 yılında İngilizler’in bölgeyi işgaline, 1921 yılının başlarında Yunanlılar da katılmıştır. Daha sonra Anadolu içerisinde yenilgiye uğrayan Yunan kuvvetleri, amaçlarına ulaşamamanın üzüntüsüyle geldikleri yoldan geriye kaçmışlardır.
Bu yıllarda Gebze, Anadolu’nun en dikkate değer yerlerinden biridir. Türk kuvvetlerinin biraz ilerisinde İngiliz askerleri bulunmaktaydı.
18-19 Ocak 1923 tarihli Hakimiyet-i Milliye-Ankara Gazetesi’nde Atatürk’ün bölgeyi ve Gebze’yi ziyaret ettiğinden bahsedilir. Atatürk Gebze’deki askeri birliklerin durumundan memnun kalarak geri dönmüştür. İstanbul’un terk edilmesinden sonra Gebze ve Çevresi tamamen emniyet altına alınmıştır.
Cumhuriyet’in ilanına kadar kimi zaman İstanbul, kimi zaman da Kocaeli’ye bağlı bir kaza olan Gebze, Cumhuriyet’in ilanından sonra yeni iller kanununa göre il olan İzmit’e bağlanmıştır.

Libyssa’dan Gebze’ye


Gebze adı köken olarak, diğer eski yerleşmelerin ismine bağlanmaktadır. Araştırmacıların bir çoğu bu görüştedir. Bazılarıysa Libyssa ve Dakibyza isimlerini bazı ufak değişikliklerle kullanmışlardır.
Antik çağ araştırmacılarının hemen hemen hepsi Libyssa adını kullanmışlardır. Roma ve Bizans döneminde Dakibyza adı da kullanılmaya başlanan bir diğer isimdir. Okunuş açısından da bu isimlerin Gebze sözcüğünü andırması, kelimenin kökeninin çok eski olduğunu kanıtlamaktadır.
Bazı araştırmacılar da yöreden bahsederken, Gebseh, Gebisseh, Gjabseh isimlerini kullanmışlardır. Gekbuze, Ghviza, Gavize, Dschebse, Dschebize, Gebize de kullanılan diğer isimlerden bazılarıdır.
Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde de bir kez Kekbeziye ismini kullanmış, Erzurum Seyahatı esnasındaysa Gebze kelimesinin Gelbize’den kaynaklandığını yazmıştır.
İbrahim Hakkı Konyalı ise, eski Osmanlı arşiv kaynaklarında Geybüyze, Geybüveyze, Geyibüveyze, Geyiboyze, Geykivize şeklinde yazıldığını, halen yaşayan ismininse Gebze olduğunu vurgulamıştır.
Bazı araştırmacılar da, “Gebze”nin bir zamanlar Osmanlı ve Bizans savaşçıları arasında sık sık el değiştiren ve özlenen bir yöre olması itibariyle “Gel bize” veya “Bize gel” ifadelerinden oluşan ve zaman içinde değişerek, halkın öz dilinde “Gebze”ye dönüşen bir ad olduğunu belirtmişlerdir. Ancak, 1640 yılında “Gebze”ye geldiği anlaşılan Evliye Çelebi, ünlü Seyahatname’sinin ilgili bölümünde (Gebze, “Gelbize”den galattır.) ifadesiyle bu konuyu vurgulamaktadır.

Yöresel Kültür ve Folklor

Düğün: Düğünlerde köylerde dışarıda ateş yakılıp, kazanlarda düğün yemekleri pişirilir. Düğünlere gelenlere, düğün çorbası, etli yemek, pilav, zerde tatlısı hazırlanır. İki gün boyumca misafirlere bu yemekler ikram edilir. Düğünden birkaç gün önce kız evinde ya da damadın evinde çeyiz sergisi yapılır. Çeyiz sermeye gidenler, kendi aralarında küçük bir eğlence tertip ederler. Düğünler Cuma gününden itibaren başlar. Cuma günü gelin hamamı yapılır. Hamama köyün genç kızları da çağrılır. Genç kızlar gelin hamamına “kırmızı kurdelenin üzerine takman gelin teli” ile çağrılır. Hamamda gelin yıkanır ve hamama erkek evinden yemekler getirilir. Gelin hamamdan çalgılarla çıkartılır. Gelin kimselere görünmeden şemsiye altında hamamdan çıkar ve genç kızlarla evine gider.

Köylüyü düğüne çağırmak için, genç kızlar, içinde “kağıt şeker” olan torbalarla ev ev dolaşır. Kime köylerde ise genç kızlar “helva yemeğe buyurun” diyerek ekmek üzerine konmuş helvayla köylüyü kınaya çağırırlar. Bir başka köyde ise dilim ekmek üzerine baklava koyularak köy ahalisi düğüne davet edilir.
Büyük kına (düğün günü) gelin salona girerken genç erkekler dışarı çıkar. Genç kızlar düğünde şalvar, yeldirme ve bürme giyerler. Genç kızlar düğünde türkü ve maniler söylerler. Kınada gelinin başında ekmek kırılır, bir parçası geline yedirilir ve geri kalanı isteyene verilir. Ekmek, “bereket” diye kırılır.
Genç kızlara nişanlılık süreleri boyunca kaynanaları tarafından köyde yapılan her düğünde takı takar.

Cenaze: Cenaze hoca tarafından soyulur, çenesi bağlanır ve üzerine çarşaf örtülür. Erkek cenazesi için çarşafın üstüne bıçak ve sabun; kadın cenazesinin üstüne ise makas ve sabun konulur. Cenaze, baş tarafı kıbleye gelecek şekilde yatırılır. Sabunla makas ölünün karnına y ada göğsünün üstüne koyulur. Amaç, ölünün karnının şişmesini önlemektir. Daha sonra ise bu sabunla ölü ve çamaşırları yıkanır. Ölü kadın ise, yüzüne havlu örtülür. Kişinin ölümü “sela” ile halka duyurulur. Cenazeyi bir kişi yıkar, üç kişi de su koyar. Mevta dışarıda yıkanmışsa orada 7 gece boyunca “karanlıkta kalmasın” diye ışık yakılır.

Bayramlar: Camilerde bayramın nerelerde kutlanacağı kararlaştırılır. Örneğin; birinci gün Duraklı’nın, ikinci gün Eleşli’nin bayramı olarak kararlaştırılır. Bayramlaşma camide başlar. Duraklı’nın bayramı olduğu gün, Duraklılara diğer köylerden ziyarete gelinir. Erkekler dışarıda olur; kadınlar ise evlere girer. O gün için pilav ve yemek yapılır. Camiden pilavların pişirilmesi için duyuru yapılır. Bir saat önceden herkes hazırlığını yapar. Bayram süresince kızlar ve erkekler gruplar halinde gezer.
Hıdırellez: Hıdırellez 5-6 Mayıs tarihlerinde yapılır. Hıdırellez’den üç gün önce mayasız hamur yoğurulur. Hamur taşarsa “Hıdırellezi “in geçtiği belli olur ve o hamur da bereketli olur. Hıdırellez geçtiğinde sütler dibine oturur. Hıdırellez sabahı, yağ tenekesi taşarsa, Hızır uğramış denir. O yağ alınıp boşaltılır ve kimseye söylenmezse evde bolluk olur. “Yağ taşmış, her yer batmış” denirse bolluk olmaz.
Akşamdan genç kızlar, küplere yüzük, bilezik gibi eşyalarını koyar ve küpü gül diplerine gömerler. Erkekler gül diplerinde küp ararlar ve bulurlarsa kızlardan bahşiş almadan küpü vermezler.
Hızır Aleyhisselam’ın gül diplerinde gezindiğine inanılır. Küpü evde saklayan kız evde kalır. Gençler ateş yakar ve üstünden atlar. Pasalle dumanından atlayanı gumuşların (böcekle) yemeyeceğine inanılır. Hıdırellez’de dilek tutulur. Soğan yaprakları kesilerek renkli ip bağlanır. Birine” cefa” birine “sefa” denir. Sefa yaprağı uzadı ise dilek kabul olur. Cefa yaprağı uzarsa dilekğin kabul olmadığına inanılır.
Yöresel Yemekler: Çarşır Mancarı, Kazayağı Mancarı, Ebegümeci Mancarı, Efelik Mancarı, Mantı, Yamayuka Böreği, Tava Tutuşturması, Bulgurlu Börek, Sirkem Mancar, Kabak Tatlısı, Höşmerlim, Peynir Höşmeli, Kocagörmez, Cızlama(Nazlım), Kabaklı Börek, Tartı(tarta-dartı)
Giysiler: Gebze’nin dağ köylerinde yaşayan ve özellikle keten ekerek geçinen bölümlerde halk, kendi el örmesi elbiseleri giyer. Kadınlar çoğunlukla şalvar, yelek ve hırka giyer. Başlarına işlemeli yazma ya da beyaz yazmalar takarlar. Boyunlarına gerdanlık takarlar. Elbiseleri çoğunlukla basmadan yapılmıştır.

Atasözleri:
Anahtarı belinde her gün bubası evinde.
Avludan bez alma;kına tamından kız alma.
Çocuk evin yemişidir.
Dön dolaş yine değirmen taşı.
Eşek kendi yüküne yenilmez.
İç güveyisi, iç ağrısı.
Kırk daşımız var; ata ata vuracağız bu işi.
Kırk kulpu kazan, birisinden tut sen de kazan.
Ye tatlıyı iç suyu, ağzın dönsün yala.
Ye tuzluyu iç suyu, ağzın dönsün bala.
Kız domuzu ile baş olmaz.

TARİHİ ESERLERİ VE DOĞAL GÜZELLİKLERİ

Fatih Sultan Mehmet’in Otağı
1481 yılında Fatih Sultan Mehmet Üsküdar’a sancak dikip doğuya sefer yapacağını ilan eder. Rahatsızlığına rağmen, Hünkar Çayırı’nda otağını kurar ve burada hayata gözlerini yumar. Anısına aynı yerde (Gebze) çeşme ve Namazgah 16. yy.’da yapılmıştır. Köprü Bağdat yolu üzerinde ordunun geçişi ve ulaşım maksadıyla kullanılmıştır.

Gebze de bulunan Çoban Mustafa Paşa Külliyesi,
Kanuni Sultan Süleyman devrinin en önemli eserlerindendir. Bir menzil (konaklama yeri) külliyesidir.
Cami ve külliyenin mimarı olarak tezkerelerde Mimar Sinan’ın adı geçmektedir. Ayrıca, Yavuz Sultan Selim’in Mısır’dan getirdiği Memluk Sarayı mimar ve ustalarının da önemli katkısının olduğu bilinmektedir.
Külliye, merkezde yer alan cami ve onu üç taraftan U şeklinde çeviren türbe, medrese, imaret, tekke, kütüphane, darüşşifa, paşa odaları, kervansaray ve hamam yapılarından oluşmuştur. Bütün bu yapılar topluluğu 117×106 m’lik bir alanı kaplamaktadır.

ÇOBAN MUSTAFA PAŞA KİMDİR?
Çoban Mustafa Paşa (Gazi Mustafa Bin Abdülkerim), genç yaşta Yavuz Sultan Selim ile Mısır seferine katılmıştır. Zaman içerisinde çeşitli mevkilere yükselmiş, Yavuz Sultan Selim’in kızıyla evlenmiştir. Kanuni Sultan Süleyman zamanında vezirlik görevini yürütmüş, Belgrad ve Rodos Seferlerine katılmıştır. En sonunda Sultan tarafından Mısır valiliğine atanmıştır.

Mısır’da 14 Aralık 1522’den 22 Mayıs 1523’ e kadar vali olarak bulunan Çoban Mustafa Paşa, orada çıkan bir isyanı bastırıp asayişi sağladıktan sonra İstanbul’a geri dönmüş veya geri çağrılmıştır. İstanbul’da vefat etmiş ve Gebze’de yaptırdığı külliyenin bahçesine gömülmüştür.

Tarihçe
Caminin kapısı üzerinde yer alan mermerden iki satırlık sülüs kitabeye göre caminin tamamlanma tarihi hicri 930 (miladi 1523)dur. Kündekari teknikte yapılmış olan kapı kanatları üzerinde lüle taşından kakma iki satırlık kitabede ise Çoban Mustafa Paşa’nın 27 Mayıs 1523’de İstanbul’a geldiği düşünülecek olursa bu ölçekte bir külliyenin inşasına daha önceden planlanıp başladığı sonucuna ulaşırız. Ayrıca süslemelerin kalitesi ve zenginliği de uzun bir çalışmaya işaret eder.
Çoban Mustafa Paşa Külliyesi bir menzil külliyedir. Menzil külliyeleri, diğer külliyelerde var olan yapı birimlerine ilave olarak yolcuların ihtiyaçlarını giderebilmeleri için inşa edilmiş ek birimlerden oluşur. Selçuklu dönemi kervansarayları ile aynı işlevi taşırlar. Gebze’de geçmişten beri Anadolu-İstanbul arasında önemli bir uğrak noktası olmuştur.
Külliyede çok dengeli bir geometrik düzen göze çarpar. Cami avlusundan başka arkada geniş bir türbe avlusu vardır.

Cami
Kare planlı olan caminin 14 m çapında ve 24 m yükseklikteki kubbesi istiridye yivli tromplara oturmaktadır. Mukanas başlıklı altı sütun üzerine oturan beş kubbeden oluşan son cemaat yerinin orta kubbesi yivli ve daha yüksektir. Cami içerisinde belli bir yüksekliğe kadar bütün duvarları, karakteristik Memlük tarzında renkli mermer kakmalar kaplamaktadır. Beş sıra mukarnas yaşnaklı cümle kapısı, dış mihraplar, pencereler ve yan kapılarla dış cephe; çok kenarlı mihrap nişi ile kıble duvarı; bunun karşısında giriş duvarı daha zengin ve gösterişli olarak belirtilmiştir.
Cami bütün bu özellikleriyle yüzyılın başında Kahire’de yapılan Kansu Gavri Medresesi’yle rahatça boy ölçüşebilecek bir görünüştedir. Mermer minber çok zengin ve renkli kakma taş süslemelere sahiptir. Mermer ayaklar üzerinde Bursa kemerleri ile oturan müezzin mahfili renkli taş kakma süslemelerden başka bitki motifli kalem işleri ile bezelidir.
Kapı kanatları tarih kitabesinden başka maden, sedef, fildişi ve lüle taşı kakmalarla süslenmiştir. Pencere kapakları da fildişi ve sedef kakmalı geometrik yıldız motifleri ile kündekari teknikte süslenmiştir, fakat daha sade bir kompozisyon vardır.
Türbe
Kesme taştan sekizgen gövde üzerine, kubbe örtülü türbenin mimarisi oldukça sadedir. İç cephe belli bir yüksekliğe kadar motifsiz, altıgen firuze çinilerle kaplıdır. Bu çini şeridinin iç ve dış sınırları şerit halinde lacivert çinilerle çevrilmiştir. Etrafı bitkisel motifli geniş bir bordür halinde mavi beyaz çinilerle süslenmiştir. Kapı kanatları ve pencerelerde camide görülen ağaç işleri ile aynı teknikte fakat daha sade olarak yapılmıştır.

Medrese
Klasik Osmanlı tarzı bir yapıdır. İmaret, türbe avlusundan pencereli bir duvarla ayrılmıştır. Batıdan girişi olan bir koridora sıralanmış ilk iki oda yemekhane, bunun yanında mutfak kiler sonra fırın yer alır. Tekke kuzeybatı köşesinde revaklı avlu etrafında semahane ve derviş hücrelerinden ibarettir.

Kütüphane
Batıda cümle kapısı üzerinde iç içe iki odadır. Orjinal hali tonoz örtülü iken günümüzde çatı örtülüdür.

Kervansaray
Ortası kubbeli enlemesine uzun bir yapıdır.Payelerle ikiye ayrılmıştır.

Darüşşifa
Doğuda L biçiminde sıralanmış kubbeli odalar halindedir. Kubbenin ortasında ve etek alçı palmet frizi süslemeler vardır.

Onarımlar
1961 yılında Y. Mimar Cahide Tamer tarafından başlanan restorasyon çalışması 1970 yılında tamamlanmıştır. Restorasyon Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yaptırılmıştır. O önemden günümüze külliye oldukça iyi korunmuştur.1999 depreminde ise yapının minaresi zarar görmüş ve onarım geçirmiştir.

Eskihisar Kalesi
İlçemizde bulunan Eskihisar Kalesi dik yamaçlı bir tepe üzerine limanı korumak amacı ile yapılmıştır. Tahminlere göre bu kale Bizans İmparatorluğu zamanında yapılmıştır. Bizans tarih yazıcılığının önde gelen isimlerinden Georgios Akropolite 1241 yılında ilk olarak Eskihisar Kalesinden söz etmiştir. Palekanon Savaşından ve bazı savaşlarda isminden oldukça sık söz edilmektedir. Bu bilgiler ışığında Eskihisar Kalesinin 1241 yılından önce inşa edildiği görülmektedir.
Mimari yönden incelendiğinde Eskihisar Kalesi iç ve dış olmak üzere iki bölümden meydana gelmektedir. Kale Kültür Bakanlığı tarafından 1995-2000 yıllarında onarılmaya başlanmış çevresinde Kocaeli Müze Müdürlüğü tarafından kazılar yapılmıştır. Bu kazılarda Bizans keramikleri, kırık mimari parçalar, testiler, kabartma hac motifleri ve kitabeler bulunmuştur. Kalede 8 sütunlu 15 kubbeli Bizans sarnıcı ve 1025 kişi kapasiteli tiyatro sahnesi bulunmaktadır.

Osman Hamdi Bey Müzesi
30 Aralık 1842’de İstanbul’da doğmuştur. Osman Hamdi Bey Paris’te hukuk eğitimini sürdürürken resime olan tutkusu sebebiyle Paris Güzel Sanatlar Okulu’na devam etmiştir.
Daha sonra İstanbul’a dönüş yapan Osman Hamdi Bey Bağdat Yabancı İşler Müdürlüğüne getirilmiştir. 1881’de Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) müdürü Anton Dethier’in ölümü üzerine padişahın şahsi emri ile müze müdürlüğüne atanır. Devlet işleri ile arkeoloji kazılarıyla ilgilenirken resime olan tutkusunu hiçbir zaman bırakmamıştır. “Kaplumbağa Terbiyesici”, “Arzuhalci”, “Kuran Okuyan Hoca”, “Silah Taciri” “Feraceli Kadınlar”, “Leylak Toplayan Kız” “Şehzadebaşı Camisi Avlusunda Kadınlar” “Mimozalı Kadın” “Ab-ı Hayat Çeşmesi”, “Mihrap” gibi tabloları onun en ünlü yapıtlarıdır. Resimlerinde Türk Sanatı Kültürü, Mimarisi, Çinli Panoları, Duvarları, Halıları, Süslemeli Objeleri, Örtüleri, Türbe Mekanları, Aile Portreleri kullanmıştır.
Batılı anlayışla figürlü resmin ilk temsilcisi, müzeci, arkeolog ve Sanayi Nefise Mektebi’nin kurucusu olan Osman Hamdi Bey 20. Yüzyılın insan döneminde sanat ve kültür alanında yenileşme ve batılılaşma akımının öncüsüdür. 24 Şubat 1910’da İstanbul’da vefat etmiştir.

Ballıkayalar Gebze’de, Tabiatın İçinde…

Tabiatı koruma alanı olan Ballıkayalar Vadisi, Gebze ilçesi sınırları içindeki Tavşanlı Köyü yakınlarında bulunmaktadır. Adını bölgedeki büyük bir mağarayı kovan olarak kullanan arıların, buralarda peteklerini ve ballarını yapmaları sonucu aldığı söylenmektedir. Kara kovan balı olarak bilinen bu baldan dolayı zamanla bölge bal mağraları, ballı mağralar, bal kayaları ve ballı kayalar olarak farklı şekilde anılmaya başlanmıştır.
Kent yaşamının stresinden ve karmaşasından kaçmak isteyinler için Ballıkayalar Vadisi ideal bir dinlenme yeri. Gebze’nin saklı cenneti olan Ballıkayalar’ da Kireçtaşı kaplı olan etrafı ve kayalarla çevrili kanyonun ortasından geçen Ballıkaya Deresi yer yer gürül gürül akarken bazı yerlerde göletler halinde görülebiliyor. Bazı bölgelerde oluşan göllerin kenarına konulan masalarda piknik yaparak dinlenebilir, yürüyüş parkurları ve kaya tırmanış noktalırında doğa sporları yapabilirsiniz.
Burası aynı zamanda Türkiye’de kaya tırmanışının başladığı yer olarak kabul ediliyor. İlk kez 1970’li yıllarda kullanılmaya başlanan tırmanış rotaları, bugün de pek çok üniversite ve dağcılık kulüplerinin hatta arama kurtarma ekiplerinin antrenman yaptığı yerlerden.
Bölgede çeşitli yürüyüş parkurları ve tırmanış noktaları bulunmaktadır. Ayrıca tırmanış için müsait kayalık bölgeleri dağcılar için harika bir nokta oluşturuyor.

Ballıkayalar Doğa Yürüyüş Parkuru

Bu parkurun en ideal bafllang›ç yeri olarak, eski istanbul karayolu üzerinde bulunan Denizli Köyü dür. Parkurun 2 km’lik bölümü kanyon içerisinden geçiyor. Diğer kısımlar patika niteliğindedir. Dört mevsim yürünebilsede Nisan ayı en uygun zamandır. Parkur boyunca temiz su kaynağı bulunmadığından yanınızda su bulundurun.
Buraya özel aracıyla gelecekler, İstanbul – İzmit istikametinde D–100 kara yolundan ilerleyip Gebze’yi geçtikten hemen sonra Tavşanlı Köyü tabelasını takip etsinler. Ballıkayalar Tabiat Parkı, Tavşanlı Köyü’nü 1 km geçtikten sonra solda kalıyor.
Gebze otogarda inip, Demirciler Köyü ve Tavşanlı Köyü’nden geçen minibüslere veya yine Tavşanlı Köyü’nün içinden geçen 399 Tepecik – Gebze otobüsüne binebilirsiniz.

Gebze Köyleri

» Ahatlı Köyü
» Balcık Köyü
» Cumaköy Köyü
» Çerkeşli Köyü
» Denizli Köyü
» Duraklı Köyü
» Elbizli Köyü
» Eskihisar Köyü
» Hatipler Köyü
» Kadılı Köyü
» Kargalı Köyü
» Köseler Köyü
» Mollafeneri Köyü
» Muallim Köyü
» Mudarlı Köyü
» Ovacık Köyü
» Pelitli Köyü
» Tavşanlı Köyü
» Tepemanayır Köyü
» Yağcılar Köyü

Hannibal veya Annibal

MÖ 247 – MÖ 183/181 yılları arasında yaşamış Sami ırkından gelen Kartacalı politikacı ve general. Tüm zamanların en büyük askeri dehalarından biri olarak kabul edilen Hannibal, Scipio ve Philopoemen ile birlikte çağının üç büyük generalinden biriydi. Scipio onu şimdiye kadar yaşamış en büyük generallerden biri olarak kabul eder, Epirli Pyrrhus’u ikinci sıraya yerleştirir, kendisini de üçüncü olarak kabul eder. Aynı sıralama Hannibal’a sorulduğunda o, Büyük İskender’in en büyük general olduğunu söyler. İkinci olarak Pyrrhus’u gösterir, kendisini de üçüncü sıraya koyar. Askeri tarihçi Theodore Ayrault Dodge Hannibal’ı “Stratejinin Babası” olarak nitelendirir ve en büyük düşmanı olan Roma’nın bile onu yine kendi taktikleriyle alt ettiğini belirtir.

Roma’nın en büyük düşmanı olarak II. Pön Savaşı’ndaki başarılarıyla tanınmıştır. Filleri içeren ordusuyla İber Yarımadası, Pireneler ve Alpler’den kuzey İtalya’ya girmiş ve Romalıları birkaç önemli savaşta yenmiştir.

Adının Kökeni

Hannibal, Kartaca’nın yaygın bir kişisel addı. Kartaca kaynaklarında “Hannbial” olarak kaydedilmiştir. Bu, bilinen Kartaca erkeksi adı Hanno ile Kuzeybatı Semitik Kenanlı tanrı Baal’ın (“lord”) bir kombinasyonudur. Kesin seslendirmesi tartışma konusu olmaya devam ediyor. Önerilen okumalar arasında Ḥannobaʿal, Ḥannibaʿl veya Ḥannibaʿal dır. Yunan tarihçileri adı Anníbas (Ἀννίβας) olarak yorumlarlar.

Kartacalılar kalıtsal soyadlarını kullanmazlardı, ancak tipik olarak aynı adı taşıyanlar diğerlerinden soyadı veya lakaplar kullanılarak ayırt edilirdi. Barca “şimşek” veya “yıldırım” anlamına gelen bir Semitik isimdir, Hamilcar’ın saldırılarının çabukluğu ve vahşiliği nedeniyle edindiği bir soyadıdır.

Yaşamı
İlk yılları

MÖ 247’de Kartaca’da dünyaya geldi. Birinci Pön Savaşı’nın ünlü kahramanı Kartacalı komutan Hamilcar Barca’ın oğludur. Bugünkü kuzey Tunus’ta doğdu. Birkaç kız kardeşi ve iki erkek kardeşi vardı. Küçük yaşlarda babası ile savaşlara katılmaya başladı. Babasının isteğiyle, Roma’ya karşı her zaman kin duyacağına dair ant içti. Kısa bir süre sonra babasının ölümünü müteakiben, eniştesi ve kardeşinin yardımıyla asker oldu.

Birinci Pön Savaşı’nda Kartaca’nın yenilgisinden sonra Hamilcar, ailesinin ve Kartaca’nın şanını düzeltmek için yola çıktı. Bunu göz önünde bulunduran ve Gades tarafından desteklenen Hamilcar, İber Yarımadası’ndaki kabilelere boyun eğdirmeye başladı. O zamanlar Kartaca o kadar kötü bir durumdaydı ki, ordusunu taşıyabilecek bir donanmadan yoksundu; bunun yerine, Hamilcar kuvvetlerini Numidia boyunca Herkül Sütunları’na doğru ilerletmek ve ardından Cebelitarık Boğazı’nı geçmek zorunda kaldı.

Polybius’a göre Hannibal, babasının yanına gelerek onunla gitmek için yalvardı, Hamilcar oğluna yaşadığı sürece asla Roma’nın bir arkadaşı olmayacağına yemin etmesini söylediği vakit gelmesine izin vereceğini söyledi. Hatta çok genç yaşta (9 yaşında) babasına onu denizaşırı bir savaşa götürmesi için yalvaran bir tarihi kaydı bile var.

Hannibal’in babası Hispania’nın fethi sırasında ölmüştür, Hannibal’in kayınbiraderi Hasdrubal, Hannibal’in (o zamanlar 18 yaşındaydı) emrinde subay olarak hizmet vermesiyle ordu komutasını aldı. Hasdrubal, Kartaca’nın İberya çıkarlarını birleştirme politikası izledi, hatta Roma ile bir antlaşma imzaladı.

MÖ 221’de Hasdrubal’ın öldürülmesi üzerine, Hannibal (şimdi 26 yaşında) ordu tarafından başkomutan ilan edildi. Romalı bilim insanı Livy, Hannibal’in Kartaca ile yakın ittifak kuran güçlü bir İspanyol şehri olan Castulo’lu bir kadınla evlendiğini kaydeder.

Hannibal, komutayı devraldıktan sonra iki yılını mülklerini pekiştirmek ve Ebro’nun güneyinde Hispania’nın fethini tamamlamak için harcadı. Hannibal ilk seferinde Olcades’in en güçlü merkezi Alithia’ya saldırdı ve baskın yaptı, bu da derhal teslim olmalarına yol açtı. MÖ 220’deki bir sonraki seferi batıdaki Vaccaei’ye karşıydı ve burada Helmantice ve Arbucala’nın Vaccaen kalelerine saldırdı. Eve döndüğünde, birçok ganimete sahipti. Carpetani önderliğinde saldırıya uğradı ve Hannibal, ilk büyük savaş alanı başarısını kazandı ve Tagus Nehri savaşında taktik becerilerini sergiledi. Bununla birlikte, İberya’daki Hannibal’in artan gücünden korkan Roma, Ebro Nehri’nin oldukça güneyinde uzanan ve şehri himayesi altına alan Saguntum şehri ile bir ittifak yaptı. Hannibal bunu sadece Hasdrubal ile imzalanan antlaşmanın ihlali olarak algılamakla kalmadı, zaten Roma’ya bir saldırı planladığı için savaşı başlatma yolu olarak gördü.

Askeri Hayatı

MÖ 221 yılında Kartaca’nın İspanya ordusunun komutanı oldu. MÖ 221’den MÖ 219’a kadar Ebro’nun batısındaki topluluklar üzerine hâkimiyet kurdu.

Hannibal, I. Pön Savaşı’ndan sonra Roma ile ikinci bir savaşın kaçınılmaz olduğunu biliyor, ilk darbeyi kendisi vurmak istiyordu.[19] İspanya’daki konumunu sağlamlaştırdığı iki yılın ardından MÖ 219’da Roma’nın müttefiki olan Saguntum şehrini (bugünkü Sagunto) kuşattı ve sekiz ay sonra da ele geçirdi. Saguntum Kuşatması olarak anılan bu olay, tarihin en çok tanınan muharebelerinden birisidir. Saguntum Kuşatması’nı Kartaca parlamentosu da onayladı ve Roma’nın savaş ilan etmesi ile İkinci Pön Savaşı başladı. Hannibal kardeşi Komutan Hasdrubal’ı İspanya’da bırakarak İtalya üzerine yürüdü.

Hannibal’in ordusunda yüz bin asker ve 37 fil vardı. Ordusuyla kuzeye doğru yürüyen Hannibal, Pirene Dağları’nı Keltiber kabileleri ile dövüşe dövüşe geçti ve onları karşılamak üzere gelen Roma ordusundan önce Rhône Vadisi’ne vardı. Bölgedeki Romalılar ve müttefiklerini atlatmak için “Ya yeni bir yol bulacağız, ya yeni bir yol yapacağız” diyen Hannibal, vadinin yukarısından bir yay çizip Alp Dağları’nı geçti. Bu geçişte Montegnevre Geçidi ya da Küçük St. Bernard geçitlerin kullandığı tahmin edilmektedir. Büyük bir ordu ve filler ile antik çağ koşularında yapılan bu yolculuk, çok büyük bir başarı olarak kabul edilir.

Pireneler ve Alp Dağları’nı geçerken hava koşulları nedeniyle ordusunun bir kısmını kaybeden Hannibal, kalan güçleriyle Po Ovası’nda hızla ilerledi. Ordusuna Keltler’in 14 bin savaşçısı da katıldı. Hannibal’in güçleri, onları durdurmaya gelen bir Roma ordusunu Trebbia’da yok etti (MÖ 218) ve yürüyüşüne devam etti. MÖ 217’de Apenin Dağları’nı geçerek Roma kentine doğru ilerleyen Kartaca Ordusu, Trasimene Gölü Muharebesi’nde ana Roma ordusunu bozguna uğrattı.

Hannibal’in ilerleyişi, Romalılar’ın vur-kaç savaşına girmesi ile yavaşladı. Hannibal, bu gelişme karşısında Roma’yı kuşatmak yerine güneye inmeyi ve Latin şehirlerini isyana kışkırtmayı planladı.[19] Onu durdurmak üzere gönderilen son düzenli Roma ordusunu Cannae Muharebesi’nde yendi. Bu savaşta Kartaca ordusu, “Hilâl düzeni” denilen taktikle Roma ordusunu tuzağa çekmiş ve tamamen yenmişti.

Cannae zaferinden sonra Güney İtalya Hannibal’in tarafına geçmişti. Ancak Hannibal’in artan prestiji Kartaca senatosunu korkuttu ve ona yeterli desteği göndermediler. Cannae Savaşı ile Roma’dan kopan Capua kenti, yeni bir ordu kuran ve güçlerini toplamaya başlayan Roma tarafından MÖ 211’de tekrar ele geçirildi. Hannibal’in MÖ 207’de Roma’ya yaptığı baskın geri püskürtüldü. Kardeşi Hasdrubal, İspanya üzerinden bir yardım ordusu ile gelmeye çalışırken Kuzey İtalya’da öldürüldü.

İtalya’nın güneyindeki dağlara çekilen Hannibal, Scipio Africanus komutasındaki Roma ordusunun Afrika’ya çıkması üzerine başkenti korumak üzere MÖ 203’te Kartaca’ya çağrıldı. Roma ordusu ile yaptığı Zama Muharebesi’nde yenilgiye uğradı.

Kartaca, Roma ile şartları çok ağır bir barış anlaşması yapmak zorunda kalmıştı. Savaşın ardından “suffes” (Roma’daki “konsül”ün karşılığı) seçtiren Hannibal maliyeti ve ekonomiyi düzeltemeyi başardı. Ancak Romalıların baskısı ile Kartaca senatosu onu görevden aldı.

Scipio, Hannibal’ı yendikten ve 2. Pön savaşı bittikten sonra Plutarkhos’un aktardığı rivayete göre Scipio ve Hannibal buluşmuşlardır. Scipio kendisine en büyük üç komutanı sorduğunda Hannibal 1. olarak Büyük İskender’i, 2. olarak Pirus, 3. olarak kendisini söylemiştir. Bu söylemiyle Scipio’nun yerini değerlendirmeyince Scipio, Hannibal’a “Eğer ben seni yenmeseydim herhalde kendini 1. sıraya koyardın” deyince Hannibal onaylamıştır. Günümüzde çoğu tarihçi bu hikâyeyi uydurma olarak değerlendirmektedir.

Sürgün ve Ölümü

Kendine karşı yükselen muhalefet yüzünden gönüllü sürgüne giden Hannibal, önce Selevkos İmparatorluğu olmak üzere Ermenistan’a ve Bitinya’ya giderek buradaki saraylarda askeri danışmanlık yaptı.

Birçok kaynakta Bursa şehrinin kuruluşu Hannibal ile ilişkilendirilir. Bitinya Kralı Prusias’ın yanında iken Prusias’a bugünkü Bursa’nın olduğu yerde bir şehir kurmasını öğütlediği ve şehirdeki ilk içme suyu şebekesini kurduğu düşünülür.

MÖ 183 veya 182’de Bitinyalı yetkililer tarafından Romalılara teslim edileceğini anlayınca yüzüğünde taşıdığı bilinen zehiri içmek suretiyle intihar ederek yaşamına son verdi.

1935’lerin sonuna doğru Atatürk, Hannibal’ın mezarının yerinin tespit edilmesi için bazı kurumları görevlendirmiştir. Mezar bulunanmamış olsa da Atatürk’ün dile getirmiş olduğu Hannibal’ın mezarının bulunması ve bir anıt yapılması isteği vasiyet kabul edilerek Gebze’de TÜBİTAK arazisi içindeki Hannibal Tepe’ye 1981’de anıtı yapılmıştır. Daha sonra Gebze yerleşkesine su getirme çalışmaları sırasında bulunan bir mezarın Hannibal’a ait olduğu zannedilmektedir.[kaynak belirtilmeli]

Miras
Antik dünyaya miras
Hannibal, Roma toplumunda birçok kişiyi büyük sıkıntıya soktu. Öyle bir figür haline geldi ki, ne zaman bir felaket meydana gelse, Romalı senatörler korkularını veya endişelerini ifade etmek için “Hannibal ante portas” (“Hannibal kapıda!”) Diye haykırıyorlardı.

Hannibal hakkında tarihçilerin elindeki kaynakların çoğu Romalılara aittir. Onu Roma’nın karşılaştığı en büyük düşman olarak görüyorlardı. Livy, bize Hannibal’in son derece acımasız olduğu fikrini veriyor. Cicero bile Roma ve onun iki büyük düşmanından söz ederken, “onurlu” Pyrrhus ve “zalim” Hannibal derdi.

Etkileri
Hatta Hannibal Barca’nın savaş stratejilerinden bazıları (Atatürk tarafından) Türk Kurtuluş Savaşı’nda da Yunan kuvvetlerine karşı başarıyla kullanılmıştır.[kaynak belirtilmeli] Savaş tarihçisi Theodore Ayrault Dodge, ona “askeri stratejinin babası” unvanını vermiştir; çünkü en büyük düşmanı olan Roma bile onun savaş taktiklerini kullanmıştır. Hannibal’ın yaşamı ve savaşları birçok belgesel, oyun ve filme konu olmuştur. Öldüğü yerde günümüzde faaliyet gösteren bir okula adı verilmiştir.